Bir zamanlar Türk aydını ve gazetecisi böyleydi!…
Aydın diye geçinenlere bakıyoruz. Çoğunun milletle bağı kopuk. Türk aydınlarının çoğunun milletin temel değerleriyle ve inançlarıyla barışık olmadığını görmekteyiz.
Öyle bir izlenim vermişler ki, sanki aydın olmak için milletin temel değerleriyle, inancıyla, yaşantısıyla benzer görüntü vermemek gerektiği şeklinde bir anlayışı yaygınlaştırmışlar.
Bu millet ne çektiyse, hep bu tür aydınlardan çekmiştir. Bu aydınlar millete hep tepeden bakmış, milleti horlamış, aşağılamış, kimisi milleti küçümsemiş, kimisi göbeğini kaşıyan kıllı adam demiş, kimisi inancıyla, ibadetiyle alay etmiş, kimisi milleti hiçbir şeyden anlamayan akılsız kimseler olarak görmüş, kimisi milleti hep güdülmesi gereken bir koyun gibi görmüş, kimisi milleti oy makinesi gibi değerlendirmiş, onun oyunu istemişler, ama, milletin içinden gelen kimselerin seçilmelerine karşı olmuşlar.
Milletin içinden gelen, millet gibi yaşayan, millet gibi ibadet eden, millet gibi giyinen kimselerin, seçimle bile olsa iktidar olmalarına tahammül gösterememişler. Milleti emirleri altında çalışan ve kendi verdikleri talimatları uygulayan birer emir eri gibi görmeye alışmışlar.
Milleti istedikleri gibi yönettikleri ve yönlendirdikleri sürece, milletle iyi geçinmeyi sürdürmüşler. Millet ne zaman uyanarak, kendine geldi ve kendi haklarına sahip çıkmaya başladı, işte o zaman kızılca kıyamet koptu.
Yeter artık söz milletin diyerek, millet adına hareket edenler, milletin sesi olanlar ve millet adına iktidara yürüyenler ortaya çıkınca, bunların da gerçek yüzü ortaya çıktı.
Milletin oylarıyla iktidara gelenleri, milletin bağrından çıkmış ordusunu kışkırtarak iktidardan uzaklaştırdılar. Böylece yıllarca milleti hegemonyaları altında baskı ve dayatmalarla inim inim inlettiler.
Milletin dini yaşantısına, giyimine kuşamına, eğitimine, bürokraside yükselmesine karşı hep baskı, dayatma ve yasaklar uyguladılar, milletin gerçek temsilcilerinin yönetimde muktedir olmalarına fırsat tanımadılar.
Tabi bunu yaparken de, en büyük desteği medyadan aldılar. Gazetelerin köşe başlarını tuttular. Kendileri gibi düşünmeyen gazetecilerin ve yazarların, yaşamasına fırsat vermediler. Kendilerine ters yayın yapan gazete ve kitaplara yıllarca yasak getirdiler. Kendilerine karşı olan gazeteci ve yazarları süründürdüler ve baskı altında tuttular.
Türk aydın ve gazetecisini en iyi şekilde anlatan aşağıdaki hikâyeciği hep birlikte okuyalım:
Kriz yüzünden işten çıkarılan bir akademisyen ile bir gazeteci yurt dışına çıkmışlar. Bir süre yiyip-içip eğlenmişler. Doğal olarak paraları çabucak tükenmiş.
İş aramışlar ve bir çiftlikte hayvan pisliklerini ahırdan kürekle kazıyıp çöp römorkuna atma işi bulmuşlar. Bir süre çalışmışlar, başarılı olmuşlar, çiftlik kâhyası da onları sevmiş ve hallerine acıyarak “Size daha kolay bir iş vereceğim” diyerek onları yumurta paketleme işinde görevlendirmiş.
“Bunların irilerini ve iyilerini bu taraftaki kutulara, küçük ve kötülerini bu taraftaki kutuya koyacaksınız” demiş.
Fakat bizimkiler çok yavaş çıkmışlar, “Bu iyidir, değildir, küçüktür, büyüktür” tartışmaları ile işleri aksatmışlar. Onları gözleyen kâhya yanlarına gelmiş, “Siz Türkiye’de ne iş yapıyordunuz? ” diye sormuş.
Bizimkiler “Gazeteci” ve “Akademisyen” diye cevaplamışlar.
Kâhya, “Belli belli, sizin Türk aydını ve gazetecisi olduğunuz belli” demiş.
“Çok iyi çamur atıyorsunuz ama iyiyle kötüyü ayırt etmeyi bir türlü beceremiyorsunuz! ..”
Şimdi durum tamamen tersine dönmeye başladı. Gerçek manada Türk aydını ve gazetecisi olmayı hak edenlerin sayısı artmaya başladı. Türk milleti de, kendi içinden gelen aydın ve gazetecisine sahip çıkarak, onlara gereken desteği verince, Türkiye’de işler yoluna girmeye ve ülkemizde güzel gelişmeler yaşanmaya başladı.